21 Şubat 2009 Cumartesi

LATİN AMERİKA’DAKİ HAREKETLERİN TARİHİNE KUŞBAKIŞI…

“Ulan burada niye olmuyor” benzeri hayıflanmalarla, orada olana bitene ağzımızın sulandığı, ilgili muhabbetlerde ‘insanımızın tarihsel itaatkârlığından’ dem vurulması alışkanlık haline geldiği, ‘örnek alınması’ gerektiği telkininin, kulaklarımıza pelesenk olduğu yer: Latin Amerika.
Peki, ne oluyor da burada halkçı başkanlar iktidar oluyor ve bu başkanlar ABD’ye ‘giydirmeden’ cümle kuramıyor? İşlenmeyen arazileri işgal eden ‘Topraksızlar’ı, fabrika işgalleri yapan işçileriyle, politikalarına dair pek çok eleştirinin de yapılabileceği Latin Amerika ülkeleri, tarihin büyük karnavalına ev sahibi olmaya en yakındalar gibi gözüküyor. Hem dinamik, şenlikli eylemlilikler gerçekleştiriyorlar, hem de gerektiğinde, 6–7 milyon kişi sokaklara dökülüp başkanlarını CIA’nın elinden alabiliyorlar. ‘Yeryüzünün lanetlileri’, tarih sahnesinde özne olacakları günü yaratma çabasındalar. Bu satırlar da, hareketin tarihsel köklerine yüzeysel bir bakış olma peşinde...

1492’DE İŞGAL BAŞLADI
1492’de Cenovalı korsan Colombus, Amerika’yı keşfetti ve böylece kıtadaki sömürüye ‘vira’ dendi. Colombus kıtaya ayak bastıktan 20 yıl sonra, yerlilerin sayısı %95 azaldı. Bu tarihten sonra, zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla sömürücülerin ağızlarını sulandıran Latin Amerika ülkeleri, türlü işgallere, talanlara, yağmalara, soykırımlara ev sahipliği yapacaktı.
Colombus’la başlayan İspanyol işgaline (etkiye) ilk örgütlü tepki, daha sonra sembolleşecek olan ‘Tupac Amaru’ önderliğinde, İnkalar tarafından oluşturuldu. Silah olarak oldukça ilkel durumda olmalarına rağmen –malum, yerlilerde top, tüfek yok- İspanyol ordusu ile uzun süre savaşan İnkalar, önceleri başarı elde etseler de, 1572 yılında İspanyolların egemenliği altına girdiler. İspanyollar ve Portekizliler işgallerini derinleştirdikçe, direnişler de sertleşti ve çoğaldı. Fakat bunların en kitleseli ve örgütlüsü, Fransız Devrimi’nin rüzgârını da arkasına alan Simon Bolivar’ın önderliğindeki hareketti. Böylece pek çok bölge, 19.yy.ın başında bağımsızlığını ilan etti; en azından bir süre için!

ABD’NİN SALDIRILARINA KARŞI GERİLLA DİRENİŞİ
20.yy.ın ilk yarısında ABD, Latin Amerika ülkelerinde darbeler organize etti ve işbaşına getirdiği ‘kukla’ hükümetlerle ‘talan’, ‘teslimiyet’ pardon ‘ticaret’ antlaşmaları imzaladı. Böylece artık Latin Amerika ülkelerinde ABD şirketlerin ‘borusu ötmeye’ başladı. Meksika’da Zapata’nın, Nikaragua’da da Sandino’nun önderliğinde direnişler de hemen arkasından…
2.Paylaşım savaşından sonra, ABD’nin ‘yeni sömürgecilik’ine karşı mücadeleler yükseldi ve Bolivya’da ve Küba’da devrim, Şili, Arjantin ve Kolombiya’da da toplumsal hareketlerin yükselmesi ve gerilla gruplarının oluşmasıyla, somut kazanımlar elde edildi.

DARBELER ZAMANI!
1970’lerle beraber, yeni sömürü politikalarının rahatça uygulanabilmesi için, her biri diğerinden daha kanlı –mesela sadece Şili’deki bilânço: 20 bin kişi öldü, 30 bin kişiye işkence yapıldı, 25 bin üniversite öğrencisi okuldan atıldı, 200 bin işçi işten çıkarıldı- ‘CIA darbeleri’ başladı. Sırasıyla; Honduras, Guatemala, Arjantin, Bolivya, Ekvator, Uruguay, Şili’de darbeler oldu; binlerce sendikacı ve sosyalist tutuklandı veya öldürüldü. Böylece IMF programının uygulanmasının önündeki engeller kaldırıldı ve ülke halklarının geliri %60 azaldı.
1982’de Arjantin’de yaşanan mali krizden bu yana, toplam 70 ülkede IMF patentli 556 ‘Yapısal Uyum Programı’ uygulandı. Bu politikalarla, nüfusun en üst (ekonomik olarak) %20’sinin zenginliği, en alt %20’sinin 20 katına çıktı.
1990 Ağustos’unda, Peru’da benzin fiyatı %2968 (ikibindokuzyüzaltmışsekiz), ekmek fiyatı %1150 oranında arttı. Çalışanların geliri ise tam tersine; on yıl önceye göre %92 azaldı.
1985 Eylül’ünde, Bolivya’da %24000’e varan enflasyonla beraber, kamu harcamaları kısıldı, 50 bin kamu işçisi işten çıkarıldı.
2001 Aralık’ta IMF, kemer sıkmaktan ümüksüz kalmış Arjantin’in posasının artık para etmediğini ifade eden bir açıklama yaptı. Açıklamada ‘Türkiye’ye destek verilmesi gerektiği’ vurgulanıyordu. ‘Don’t cry form e Argentina’ şarksının belleklerimizi harekete geçireceği, 27 ölü ve 150’den fazla yaralıyla birlikte hükümeti de istifaya mecbur eden, yağmalı bir isyan; kontrolsüz!

TEŞEKKÜRLER IMF !!!
İşte, ‘IMF isyanları’ denilebilecek bu hareketlilikler, 1990’larda yükselişe başlayan sol hareketleri iktidara getirdi. Venezüella’da Chavez, 2000’de, oyların %60’ını alarak, Bolivya’da Morales ise, 2006’da iktidara geldiler.
Latin Amerika’daki sol politik hatta iki genel eğilimden bahsedebiliriz. Birisi, halkçı-ulusalcı çizgileriyle Chavez ve Morales öncülüğündeki ‘parlementocu’ hat, diğeri ise; merkezi problemlere, doğrudan eylemle müdahale eden MST (Topraksız Köylü Hareketi), MTD (İşsiz İşçi Hareketi), EZLN (Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu), Bolivya’daki cocolerolar ve Quechua madencileri, Paraguay’daki Ulusal Köylü Federasyonu ve Ekvator’daki CONAİE gibi örgütlenmelerdir. Bunların dışında Kolombiya’da FARC ve ELN, bu gruplamalara uymayan, halk tabanlı, kitlesel gerilla hareketlerindendir.

Yararlanılan kaynaklar:
Sibel Özbudun, Latin Amerika’da İsyanın Tarihi, Ütopya Yay.
Masis Kürkçügil, Latin Amerika’nın Kaynayan Damarları, İthaki Yay.
Cüneyt Akalın, Latin Amerika’da Devrimci Program ve Siyasetler, Teori Dergisi, Eylül 2006


__________________Serdar Y. Türkmen_________________

9 Şubat 2009 Pazartesi

Haydi, koş koş...


Günümüz dünyası o kadar rekabet üzerine kurulmuş ki bunu sadece ipleri dizginlemiş burjuva sınıfında görmüyoruz. Hayatın her bir anında ve her bir yerinde yarıştığımız amenna… Sabahları ekmek kuyruğuna girme yarışı, günde en fazla parayı nasıl kazanabilirim yarışı, ÖSS yarışı bir de öbür dünyamızda cennetten yer kapma yarışı var ki- onun konumuzla alakası yok- anlaşılan hayatımızın her bir anı yarış ve rekabet üzerine kurulmuş. Ama son zamanlarda başka bir rekabet ortamı oluşturuldu ki bu; hem bıyık altından güldüren, güldürmenin yanı sıra düşündüren bir yarış şekli olmuş. İnsanlık onuru bir hamlede nasıl ayaklar altına alınırın en güzel -aslına bakarsanız en çirkin- örneği bu olsa gerek. Malum küresel kriz sonrasında işsizlik oranı bir hayli artınca iş tekliflerine yığınla talep oluyor. Ee işveren de napsın bir şekilde diğer işçileri üzmeden, kırmadan ihtiyacı kadar işçiyi işe alacak diğerlerine de eyvallah diyecek. Buraya kadar her şey tamam. Anormal olan taraf ise işverenin bunu yaparken seçeceği işçileri atların koşu yaptığı jokey kulübünde bir yarış düzenleyerek koşturması. Koşu sonucunda yedi bin başvuru içinden sadece ilk yetmiş kişiyi belirleyip seçmesi. Fakirsen ve işsizsen yarış atı da olabilirsiniz yani. Bunun örnekleri çoğaltılabilir. Çünkü son zamanlarda yapılan iş seçimleri filmlere konu olacak cinsten. Artık insanlık nereye gidiyor, böyle şey mi olur, insanlık onuru ayaklar altında demeye kalmadan at çoktan Üsküdar’ı geçmiş…

Saygısızlık boyutu hakaretten ve sövmeden geçmiş, çağ atlamış ve bambaşka bir boyuta ulaşmış. Artık yardım eli uzatırken bile insanları yerin dibine koymayı, onların onurları ve haysiyetleriyle oynamayı görev bilmişiz. Onlara ucuz etmek verirken saatlerce kuyrukta bekletmeyi, kamyondan bedava un dağıtırken insanların izdihamda ezilmesini yardım bellemişiz. Sanki fakir olmak o insanlarımızın suçuymuş gibi utancından kızaran yanaklarını deşifre etmek, kameralar önünde onlara fakir etiketi yapıştırırken kendisine de gerile gerile şişmiş hayırsever etiketi yapıştırmak insanlık olmuş… Burası Türkiye diye cümleye başlamak çok klişeleşti ama malumunuz burası Türkiye. Aslına bakarsanız burası dünya. Ve dünya üzerinde işçiye, emekçiye ve işsize yaşamak haram. Dünya tersine dönmüş karalar ak, insanlar hayvan, hayvanlar da insan olmuş… Gerisi laf-ı güzaf…


________________Derya Emeket__________________

8 Şubat 2009 Pazar

AÇILIN BİRLEŞMİŞ (M)İLLETLER GELLİYOR

Bir çoğumuz Somali - Yemen arasında kalan Aden Körfezi'ni ve ordaki korsanları duymuşuzdur. İşin aslı şu ki, “masum” Neslihan gemimiz kaçırılınca gündemimize girmeye başladı Somalili korsanlar. Oysa daha önceden nice gemiyi hallaç pamuğuna çevirmişlerdi, hala da itinayla devam ediyorlar. Somalili korsanların yeni başlattıkkları bir şey değil bu. Yıllardır devasa ticaret gemilerinin, Aden körfezindeki kabusu oldular. Ancak son zamanlarda; özellikle 2007'den bu yana eylemliklerini arttırdılar ve nerdeyse her hafta bir gemiyi kaçırdılar.

***

“Kimdir bu korsanlar?”, “Ne yer, ne içerler?”, “Kaç kişiler?“, “Gemileri neden kaçırıyorlar?”, “Hırsızlar mı, gangısterler mi?”, “Haklılar mı, haksızlar mı?”, “Çok mu ileri gittiler?” gibi sorular soruluyor ve tabi ki bu korsanlar kötü çocuklar olarak adlandırılıyor.
Somali, Afrika'nın en doğusunda, gözlerden ve gönüllerden ırak bir ülke adı. Yalnızca bir bayrak ülkesi; ABD'nin 1993 yılından itibaren “insan haklarını” öğretmeye gittiği, kukla hükmetlerin gelip geçtiği, 2006 yılında da yine ABD desteğini arkasına alan Etiyopya tarafından işgal edilen ve halihazırda işgalin sürüğü, sadece adı olan ülke... Yalnızca büyük coğrafya ya da araştırma degilerinin foto muhabirlerinin çektikleri açlık ve sefalet fotoğraflarından tanıyoruz o sıcak ve kanlı ülkeyi. Bir çok Afrika ülkesi gibi kaderine terk edilmiş (kaderi birleri tarafından çizilmiş).

***

Söylenenlere göre Somalili korsanlar, başlarda küçük ticaret gemileriyle başlamışlar işe ve sayıları yirmi civarındaymış. Zaman ilerledikçe gemilerin serbest brakılması karşılığında istedikleri fidye miktarı artmaya başlamış ve doğal olarak açlığa mahkum edilmiş olan ülkede (özellikle gençeler) bu korsan filosuna katılmaya başlamış. Şimdi sayıları bini geçtiği söyleniyor. Ee artık bilindiği üzerede küçük ticaret gemileriyle işleri kalmadı, hedef; tekellerin sınır tanımayan gemileri olmalıydı, gecikmeden de oldu. İş bu seviyeye gelince Sam amca ve saz arkadaşları hemen Somali geçici hükümet başbakanı Nur Hasan Hüseyin'e “ayarla bunları Hasan Hüseyin” dediler. Ertesi hafta Hasan Hüseyin'den cevap geldi: “Sayıları çok fazla biz bunlarla baş edemiyoruz! Barış gücü gönderin.” diye. Tabi iş bu aşamaya gelene kadar medya çoktan koyulmuştı işine. Yok “Korsanlar gemimizi kaçırdı”, yok “Korsanlar, güvenli ticareti tehtid ediyor”, yok “Korsanlar aldıkları fidyelerle somalinin zenginleri oldular”, yok “Her gece vur patlasın çal oynasın partisi düzenliyorlar”, yok bu, yok şu... Hatta öyleki, haberlerde “korsanlar işi abarttı” diye laflar gani gani dolaşıyor. Sormazlar mı adama, ulan işi kim abarttı be?!
Yıllardır bu ülkeyi iç savaşa sürükleyen kim? Yıllardır bu ülkeye ambargodan da canice bir yaptırım uygulayan kim? Bebekleri açlıktan, anneleri ilaçsızlıktan öldüren kim? Somali'ye ve bütün Afrika'ya AIDS vürüsünü yayan kim? Altınlarını, petrollerini çalan kim? ABD'deki golf sahalarını sulamak için kullanılan su, değil Somali'nin, bütün Afrika'nın su sorununu çözebiliyor. Demezler mi, “Abartan kim ulan, kim?”
Şimdilerde, Birleşmiş İlletler büyük bir donanma filosu hazırlamış, Aden Körfezin'e gönderiyor. Bizimkiler de boş durur mu, hemcecik “bir fırkateyn de bizden” deyiverdiler. Ne de olsa barış gücü bu, barış gücüne katkıda bulunmak sevaptır, hem ne demiş Atatürk: “Yurtta barış, dünyada barış. Tabi tabi, hatta bütün filoyu gönderin. Siz dünyanın bir ucunda toplu, tüfeli savaşlar çıkarırken, yine aynı yere toplu tüfekli “barış” ordusu yaratan illetlersiniz. Sizin altınız, üstünüz, sağınız, solunuz “barış” olsa ne çıkar. Siz bu oyunda çokatan sobelendiniz, sevgili “batılı, uygar ve demokratik” devletler.

***

Somalili korsanların yaptığı çok battı ki, geçtiğimiz aralık ayında Birleşmiş İlletler öncülüğünde; AB, Afrika birliği, NATO ve Uluslararası denizcilik örgütü(IMO) bir araya gelip: “Korsanlara ölüm! Yaşasın serbest ticaret özgürlüğümüz! Yaşasın para babalarımız!” sloganlarıyla imzalı bir bildirge yayınladılar. Sonuç olarak da “Açılın BM geliyor!” sözünü söylediler. Bunlara başta değinmiştik, korkmayın bozuk kaset gibi başa sarmayacam. Yalnızca korsanları tanımaya çalışıyorum, tam olmasa da bazı çıkarımlarda da bulundum. Şöyle ki; Ee madem bu kadar devlet karşı bunlara (Afrika Birliği dahil), kurguyu tersten kurmak gerekir o zaman. İlk olarak bu adamlar solcu mu? Sağcı mı? Devrimci mi? Gerici mi? Sanırım bunlara bu sınırlı bilgilerle ve medyadaki asparagas haberlerle cevap verme olanağımız pek yok . Ama şöyle bir gerçek var ki o da bunca para babalarının canını sıkmış görünüyorlar. İşte bizim de bakış açımız bu taraftan olmalı diye düşünüyorum. Bu gün, özellikle bu kriz ortamında, iktidarlarla böylesi bir gerilime girmek, ve böylesi bir global gündem yaratabilmek oldukça önem taşıyor. “Peki bu adamlar nasıl yaptılar kardeşim? Bu da bir düzmece, arkasında vardır bir iş yakında anlarız.” gibi cümleleri kurmadan önce bir kere şundan emin olalım: Bu korsanlar (ister gizli güçler yardım etti deyin ister, başka bir şey) bir şekilde gemileri kaçırdılar. Şöyle basit bir soruyla noktalıyalım: yaptıkları doğru mu değil mi? Meşruiyeti tartışılabilir mi?



Sanırım Yaşar Kurt'un bu şarkısı bütün illet devletleri anlatıyor:

Hırsızlar dolaşıyor, hırsızlar.
Para koyarlar cebine, ruhunu çalarlar,
Oğlum senin.

Plastik bunlar, yaşamıyorlar.
Üstüne sürerler pisliklerini, artıklarını, sarkıklarını,
Oğlum senin.
Anasını satarlar melodinin, anasını satarlar melodinin!

Hırsızlar dolaşıyor, hırsızlar.
Para koyarlar cebine,ruhunu çalarlar,
Oğlum senin.

Eski yunanda lir çalan şairler vardı.
Eski yunnanda şairler lir çalardı.
Eski yunanada...
Şimdi müzik endüstri! şimdi şiir endüstri!
Şimdi şair endüstri!



________________Emrah Cevher_________________

2 Şubat 2009 Pazartesi

YENİ BİR YIL...


Ne zaman anlamsız bulmaya başladım

Yılları, günleri ve döngüleri…

Bir akşam…

Üç beş kişi

Patlayan kimyasallar

Ve yeni yıl pastası…

Bu pastayı bir kere yerdim

Yemek içinde yediğim günü onunla birlikte severdim

Ama artık anlamı yok o yeni yılın

Artık tatsız, tuzsuz, susuz günler ve yaşamlar var.

— Ya da ben büyüdüm ve artık bir şey beğenmiyorum –

Anne, annem!

Nerdesin?

Baba, babam!


____________Emrah Cevher____________

HRANT İÇİN

Yattığın yere bakıyorum şimdi,
Solmuş bir gül var yüreğimde koparıp da sana veremediğim,
Ait olduğun topraklardan koparıp da getirdiğim,
Ve asıl azınlık bu topraklardaki kardeşlerimize karşı,
Yüreğimizde öfke diye biriktirdiklerimizdir……
T. Güçlü


Sevgili Hrant, seni hiç tanıyamamış olsam da aynı duyguları ve özlemleri paylaştığımızın, aynı acıları çektiğimizin bilincindeyim, devletin işleneceğini aylar öncesinden bildiği, tetikçiliğini ise jandarma ve emniyet birimlerinin istihbarat elemanlarının yaptığı faşist bir suikastla katledilişinin ikinci yıldönümündeyiz. Güpegündüz katledildiğin gazetesinin önünde, bu sene de binlerce insan seni anmak için toplandık.
Seni hedef haline getiren başta Ergenekon avukatçısı K…. K…..* olmak üzere tüm şoven güruhlara kadar bu seneki anma da yine faşizm’e lanet ve meydan okuma eylemiydi.
Sevgili Hrant, senin o güvercin ürkekliğindeki kalbinden geçenleri anlatmak isterdim bu topraklardaki yoksul halkımıza, sevgiden, emekten, ekmekten yoksun halkımıza…
Seni katleden kişinin bu topraklarda bir kahraman gibi gösterilip kolluk kuvvetleriyle fotoğraf çektirmesi ne kadar üzücü ve yaralayıcı şey keşke hayatta olsaydın da bunu sana anlatabilseydim. Seni mahkeme kapılarında linç etmeye çalışanların milli gurur haline getirilmelerinin ne kadar dayanılmaz bir hicap içerisine soktuğu, beynimde nasıl depremler yarattığını anlatmak isterdim sana…
İki yıldır bir avuç arkadaş grubuna yüklenmek istenen cinayetinin gerçek sorumluları halen ortaya çıkarılmış değil ama sakın seni unuttuğumuzu, unutacağımızı düşünme. Cinayetinde payları açıkça görülen kişilerin halan görevinde olması cinayetinin ortaya çıkarılamayacağının göstergeleridir. Ama sen sakın üzülmeyesin, sende biliyorsun ki davamız insanlık sınıflı toplumlara ayrıldığından beri sürüyor ve de hayal ettiğimiz o güzel hayatın, ve düşlediğimiz o ütopya gerçekleşinceye kadar da devam edecek. Ve o zaman senin için bugün yapamadığımız şeyi o gün yapmış olacağız sana söz. O güvercin ürkekliğindeki insancıl yüreğinden bende bir çocuk ürkekliğiyle öpüyorum sevgiyle…..
*K….K… ismini bilerek ve isteyerek tam olarak yazmadım çünkü yüreğim klavyeye gitmedi böylesi insan düşmanı birinin adını yazmaya….

_______________Taylan güçlü____________________

“BİZİM ZAMANIMIZDA…”


Sosyal demokrattır, hatta belki ‘aslan sosyal demokrat’tır ya, muhaliflerin kılıçlarına kalkandır sola bakan yüzü, sözü. Oysa sola bakmak değil mesele, soldan bakmak. Sibop görevi gören bir sürü, politik altyapıdan yoksun sivil toplumcu fiiliyatların içinde bulmuştur kendini. 80 öncesinde alanlarda arkadaşlarına göstere göstere yükselttiği yumruğu çoktan inmiş, zihni karaya çıkmıştır emekli solcunun. ‘Eski solcu’ ne demektir sorusu, kavramın cümle içerisindeki her kullanılışını takiben, her duyumdan sonra kafasını kurcalar ya da kurcalamalı insanın. Sol mu eskimiştir, yoksa eskiyen zihinler midir sıfata gereksinim duydurtan ya da yitirilen umutlar mı?

Emperyalizmin maşaları

Uluslar arası sömürü düzeneğinin –emperyalizmin- çok iyi becerdiği bir iş var ki o da, kendisinden icazet alıp iktidar olanlara, söylemlerinin tam tersini yaptırmak, maşa görevi gördürtmek. Mesela, ‘güya solcu’ Ecevit’in “Hapishaneler sorununu çözmeden, IMF programının uygulanamayacağını” ifade ederek ülkemizde 1974 yılı Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra en büyük askeri gücü (20.000 asker, 20.000 bomba) seferber ederek (ayrıntı için +ivme dergisine bakılabilir) 19 Aralık 2000’de ‘hayata kayış’ pardon ‘hayata dönüş’ operasyonunu yaparak 30 kişinin ölmesine 237 kişinin de yaralanmasına ön ayak olmuş, kimine göre yataklık etmiş ve hatta bu ‘kara oğlan’a biraz daha pembe gözlüklerle bakabilenlere göre ise göz yummuştur. Bir kısım solcu da bu olaya karşı çıkmadıklarından anladığımız kadarıyla, ‘Ecevit yapıyorsa vardır bir bildiği’ deyip, ertesi gün yalanlarla manşetlerini donatan gazeteleri onayladılar başlarını öne arkaya sallayarak. İşte tam da buradan başı bir öne bir arkaya giden bir annenin Kürtçe ağıtını duyalım. Aslında dertler birbirinden çok farklı değil. Yine güya solcu bir parti olan CHP ve onun başkanı Deniz Baykal da kadrajda. Nasıl bir solculuksa bu, nasıl bir beynelmilel anlayışsa, Türklerle Kürtlerin ‘farklı ama birlikte’ olabileceğini kabul etmiyor.

İsmi farklı cismi farklı

Kamerayı çeviriyoruz yine ve bu kez kahramanımız bir ara partinin neferi oluyor, umdukları rantı bulamadıklarında da bulunduğu partiden ayrılıp, öncekinden yapısal ve ahlaki olarak pek farkı bulunmayan bir başka partiye seri bir şekilde transfer oluyor. CHP’deyiz yine bu kareler oynarken fakat ABD’ci ‘ortayolcu’lardan, Türk-İslam sentezcisi partilerden, isminde demokrasi, sol, işçi, halk kavramları geçip, bunların aslında cisimlerine hiç uğramadığı oluşumlardan somut bir farkı olmadığından, cümlenin öznesi de bu partilerden herhangi biri olabilir rahatlıkla!

Greve yolu düşmez

Solcudurlar güya ama işçi grevlerine yolu düşmez. “Aslında her iki sistemin de iyi yanları var”cılar hemen dikkatimizi çeker ki, ‘ılımlı kapitalizm’ icat edilmiştir her ne kadar onlar kendilerini ‘ılımlı sosyalist’ olarak tanımlasalar da.

Salt laiklik ekseninde muhalifliği demokrasi neferliği zannedip, ‘sınıf çelişkisi’ne arkasını dönmektir bu ki, zaten bir bakarsınız CHP’li başkan Ankara’da sendikalı işçileri işten çıkarır.

ABD, orduyu cebinde taşır, elinde oynatır, polisin copu emekçiye, devrimciye, demokrata demir olurken bizim eski solcu ‘cici sosyal demokratlarımız’, “Devletle papaz olamayalım” hesabına, bu kurumları ‘aklama’ derdine düşmüşler.

Uğraşmayın boşa!

Kamerayı çeviririz ötekisine, reklamcı olmuştur, insanları etkileme yöntemlerinden aklında kalanlarla ‘başarılı’ ya da ‘köşe’ olur, geçmişin tek izi olan ‘top sakalıyla’ ahkâm keser, içki masasında solu masaya yatırır, barda müzisyenlere ‘Cemo’yu çaldırmayı muhaliflik zanneder, oysa bunların kişisel mastürbasyondan öte bir işlevi yoktur. Cümlelerinin sonundaki ‘Biz de yaptık ne oldu, uğraşmayın boşa!”larla umut kemirgenliğini meslek edindiklerine şahit oluruz. Sol hareketin zaaflarının ve eksikliklerinin bilgisine de sahip olduklarından, kendi yapmayışlarının kılıflarını da rahatlıkla bu zaaf ve eksikliklerden örebilirler.

Kamerayı bırakırız, gazeteyi çeviririz, hemen bu satırlara konu olan tipolojinin köşe yazarı çeşitlemesi gözümüze çarpar. Her yazıda sadece kendini ‘dışa vurur’, insanlar kendilerine dair olanı, umudu okumaz ondan, duymaz. Sonra ‘vurdumduymaz’ ilan edilir bütün okumayanlar ya da okuyup anlamayanlar! Oysa entelektüel(!) yazarımız fısıldamayı dahi unutmuş, düpedüz kendi kendine konuşmaktadır.

Demokratik rantçılar

“Bizim zamanımızda…” ile başlayan cümleleriyle gençlere türlü akıllar(!) veren, “Ben de 68/78’liyim” laflarıyla piyasada dört dönen ‘demokratik rantçılar’a sıklıkla rastlarız. Halleri oldukça acınası görünür ama daha belirgin olansa geçmişte taşıdığı değerle bugün taşıdığı arasındaki yaman çelişkidir.

________________Serdar Y. Türkmen____________