9 Eylül 2008 Salı

ÖLÜ BALIKLAR

Zaman zaman ağlamak iyi
ya geçen zamana ağlamak?...
Çok renkli bir sokağın bitişiğinde
oldukça renksiz bir park,
içinde ölü balıkların olmadığı bir havuz
ve havuz başındayız biz ölü balıklar...
tüm isyanlarımız tıkamıştır solungaçlarımızı;
tüm solungaçlarımız tıkanmıştır isyana
-işte-
bu yüzden girdi ya
bedenimiz
konserve
kutusuna!...

____ soner küçükergüler ____
...
bakışları yok yılanın
çamur bulaşmış gelinliğine bakirenin
dirimin son nefesi,
gözleri kızıl bir palyaçonun boynuna asılı
belki de topuklarında bir - er orospununtak
tak tak tak...
---
ve yalayarak çocuk Sonya ekşimsi tadını erkin
feryadını ciğerlerine düğümler Ramallah'ta bir şair...
bir kıtaya çivilenmiş zaman,
göçüvermiş...

asuman akemoğlu

3 Eylül 2008 Çarşamba

Müzik yorumları - İsmet ALICI

Müziğin şiirden ve diğer sanat eylemlerinden daha büyüleyici dokusu vardır. Bir müzik parçasıyla dinleyicinin uzaklara dalması veya içine gömülmesi ezgiye göre ritimle dans etmeye başlaması sık görülen olaydır. Müziğin etkileyici gücü daha fazladır. Bugün müziğin bu etkileyici yanını çoğu müzisyen dıştalamaktadır. Popüler parçalar yapmak uğruna sanat terk ediliyor.
***
Müziğin tek partili (tek sesli) sistemden çok partili sisteme geçmesi toplumun siyasallaşmasıyla ilgili bir sorundur. Bu geçiş aynı zamanda bütünlüğü çelişkileri ve çatışkılarıyla verebilmek için gerekliydi. Burjuva devrimleri sırasında çok partili (çok sesli) sistemi savunan burjuvazi bugün tek partili sistemi savunuyor. O günlerde işçi sınıfını ve köylülüğü yanında görmek isteyen burjuvazi, iktidara yerleştiğinde iktidar ortakları aristokrasi ve tüccarlardı. Bugün işçi sınıfı ve köylülük, burjuvazinin en büyük düşmanları. Artık aristokrat ve tüccar pek ortağı kalmadı. Çok sesli müziğe de, ihtiyacı kalmadı. Ülkemizde 1980 öncesi çok sesli müzik daha etkindi. Siyasallaşmış bir toplum vardı. Bugün tek sesli müzik etkin. Buna yer yer devrimci müzikçilerin de uyması tuhaf.
***
Rock müziğin genel işleyişi her şeye tepki üzerine kuruludur. Onlara sorsan birer özgürlük savaşçıları olduklarını söylerler. Ama genel olarak özgürlüğü serbestlik diye algılar ve algılatırlar. Bu yüzden insanların toplumsal sorunları sahiplenerek hareket etmesini önlüyorlar. En önemlisi uzun soluklu mücadelenin kısa soluklu ve bir heves olarak kalmasını sağlıyorlar. Çünkü müzikleri anlık deşarj amaçlı. Müzikle birlikte içlerindeki enerji boşalıyor, o anki toplumsal baskı atılıyor. Mücadele için gerekli enerji tüketiliyor. Bu yüzden her şeyi eleştiren ama hiç bir şeye bağlanamayan insanlar ortaya çıkıyor. Devrimci müzikçiler bu alanın dışına çıkmalıdır. Sistem bu tarz müziklere dair sürekli popülerliğini artırırken biraz zor, ama yapılması gerekiyor. Çünkü insanlar bu tarz müziklerle kulağı kirlendiği gibi gürültünün o korkunç şiddetine de alışıyor. Çoğu barda şöyle yazıyor. “Yüksek sesten dolayı kısa süreli işitme rahatsızlığı yaşayabilirsiniz”. Kimse pek rahatsız değil, garip ama gerçek. Unutmayalım müzik seslerin düzenlenmesi olduğu gibi aynı zamanda gürültüdür… hele de organizmamıza uygun değilse korkunç bir şiddettir.
***
Müzikçi kendini, bir entelektüel olarak görmüyor, artık. Ülkemizde estetiğe, felsefeye, sanata ilgisizlik genel olarak var. Bu müzikçilerde daha açık görülüyor. Nitelikli bir müzik dergisinin olmaması bunun açık göstergesi, oysa en çok para kazanan da müzisyenler. Toplumsal çöküş müzikte daha rahat görülüyor, para sesleri kabalaştırırken müzikçiyi ve halkı uyuşturuyor. Müzikçi kendini daha çok eğlence adamı olarak görüyor… bir entelektüel kültür insanı olarak değil.
***
Hıristiyan öğretisini yayan en önemli ideolojik araç müzikti. Romalılar kilise müziğinin çekiciliğini önleyemediler. Müzik bundan sonra kilise babalarının en önemli ideolojik aracı oldu. Burjuvazinin aynı çabayı klasik müzik için yaptığını söyleyemeyiz. Bugün popüler müziği çıkarmak için yaptığı mücadeleyi gördükçe. Bugün devrimci müzikçiler popüler müziğin çarkından çıkmalıdır. Yeni müziğe dair geniş sorgulama içine girmelidir. Fakat bir yandan klasik müzikle devrimci müzik arasındaki mesafe sürekli açılıyor… Bununla birlikte kültürel zenginlik de gitgide azalıyor. Klasik müzik geleneğinden uzaklaşıldıkça bence yeni bir gelenek yaratılamaz. İster istemez devrimci müzik yaptıklarını sanan çoğu kişi, sistemin müziğini tekrarlıyor.
***
Genel olarak müzik de televizyon gibi bir aptallaştırma, apolitikleştirme aracı. En önemlisi kavganın kendisine yönelik çabayı engelliyor. Ajitasyon ve propaganda müziği yaptıklarını sanan devrimci müzikçiler yanılıyor. Çünkü müziğin en önemli yanı insan olarak varlığımızdan erinç duymak duygusunu bu müzikçiler de engelliyor. Bu yüzden doğru dürüst ajitasyon ve propaganda yapamıyorlar.
***
Klasik müzikçilerin büyük çoğunluğu umudun değil de müzik ve matematiğin tanrılardan çalındığına inanır. İnsanlığın büyük tarihi boyunca müzik ve matematik tanrısaldı. Oysa, bu saygıyı günümüz müzikçilerinin çoğunda göremeyiz. Sorun müziğin kutsallık sorunundan daha çok ciddiyet sorunudur. Hıristiyanlık öğretisini yayan kilise babalarında ve burjuva devrimleri sırasında burjuvazinin klasik müziğe dair ciddiyeti vardı.
***
Bakın Hanns Eisler, ne diyor. “Klasik ve modern müziğin büyük mirasını emekçi halkın sahip çıkacağı biçimde ele almaya dek, çok kısa sürede bir atom enerjisi istasyonu kurabiliriz, aya bile daha çabuk ayak basabiliriz. Çünkü müzik dinlemek çalışmayı gerektiriyor. Bu olmadıkça dinleme, en gelişmiş toplumsal bilincin bile gerisinde kalır.” (1)
1 Şubat 2008
(1) Müzik Üzerine Tartışmalar, Evrensel Basım Yayın, 2006, İstanbul.

Çin’den ABD’ye insan hakları karnesi

ABD'de watersboarding adı verilen işkenceli sorgu yönteminin yasaklanması girişimini Başkan Bush engellemişti.

Çin hükümeti ABD Dışişleri Bakanlığının her yıl yayınladığı ülkelerin insan hakları durumuyla ilgili raporuna dokuzuncu kez yine bir raporla yanıt verdi. Raporda ABD, “dünyanın en büyük hapishanesi” olarak nitelendi.

Çin Devlet Konseyi tarafından yayınlanan ''ABD'nin 2007'deki İnsan Hakları Tutanağı'' başlıklı raporda Amerikan kaynaklarına dayanarak, bu ülkedeki insan hakları ihlalleri sıralandı.

''Başka ülkelerin insan hakları durumuyla ilgili küstahça ve haince saldırılarda bulunan ABD'nin kendi insan hakları durumundan hiç bahsetmediği'' ifadelerinin yer aldığı raporda, ''insanlara ABD'deki gerçek durumu anlamalarına yardım etmeyi ve ABD'ye kendi kaynaklarına dayanarak hatırlatmada bulunmayı amaçladıkları'' kaydedildi.

2004 yılında ortaya çıkan işkence fotoğrafı: ABD askerlerinin denetimindeki Ebu Gureyb cezaevinde bir mahkûm üzerine geçilmiş pelerin ve başındaki çuvalla, Hz. İsa misali çarmıha gerilmiş ve kollarına elektrik kabloları bağlanmış.

Çin hükümetinin raporu, yaşam güvenliği ve kişisel güvenlik, yürütmedeki ve adli kurumlardaki ihlaller, medeni ve siyasi hak ihlalleri, ekonomik, siyasi ve kültürel hak ihlalleri, ırk ayrımcılığı, kadın ve çocuk hakları ihlalleri ile diğer ülkelerdeki ihlaller olmak üzere yedi bölümden oluştu.

“Suç cenneti”

Artan şiddet suçlarının ABD'de insanların yaşamı, özgürlüğü ve kişisel güvenliği için büyük tehdit oluşturduğunun belirtildiği raporda, FBI'ın Eylül 2007'de açıkladığı verilere göre, ülke çapında 1 milyon 410 bin şiddet suçu işlendiği ve bu sayının 2005'e oranla yüzde 1,9 arttığı kaydedildi.

Reuters ajansının makalesine göre, ABD'de her yıl yaklaşık 30 bin kişi silahla öldürülürken, USA Today gazetesinin haberine göre, 2002'ye oranla silahlı ölümler yüzde 13 arttı.

Amerikan adli makamlarının görevlerini kötüye kullandığı ve vatandaşların hak ve özgürlüklerini çiğnediği belirtilen ve “ABD’nin dünyanın en büyük hapishanesi” olduğu ifadelerine yer verilen raporda, bu ülkede hapishanelerde yatanların son 30 yılda yüzde 500 arttığına işaret edildi.

Sendikal haklara kısıtlama

ABD’de işçilerin sendikalaşma hakkının kısıtlanmasına değinen raporda, 1983'te yüzde 20 olan sendikalı işçi oranının yüzde 12'ye düştüğü ve 2006'da 326 bin işçinin sendika üyeliğinin iptal edildiği belirtildi.

Ebu Gureyb'den unutulmaz bir görüntü daha: Onbaşı Charles Graner, Bağdat’taki Ebu Gureyb Cezaevi’nde çıplak halde üst üste yığılmış Iraklı tutukluların yanında zafer işareti yapıyor.

Raporda, ABD'de paranın politikacılar için ''anne sütü'', seçimlerin de zenginler için ''oyun olduğu'' kaydedilerek, ''Amerikan demokrasisinin ikiyüzlülüğünün 2008 başkanlık seçimleriyle daha da açığa çıktığı'' belirtildi.

Başkanlık seçimi için finans barajının sürekli yükseldiği hatırlatılan raporda, 20 başkan adayından yarısının milyoner olduğuna işaret edildi ve Fransız AFP ajansının son başkanlık seçiminin ''tarihin en pahalı yarışması'' olduğu şeklindeki yorumuna gönderme yapıldı.

ABD'de yoksul nüfusun sürekli arttığının altı çizilen raporda, Amerikan Nüfus İdaresi’nin verilerine göre, ülkede 36 milyon 500 bin insanın, yani 7 milyon 700 bin ailenin, bir başka deyişle her sekiz Amerikan vatandaşından birinin sefalet içinde yaşadığı ifade edildi.

Aç ve yoksul sayısı artıyor

Zenginler ve yoksullar arasındaki mesafenin hızla açıldığına işaret edilen raporda, Reuters ajansına göre Amerikan nüfusunun en zengin yüzde 1'lik kesiminin milli gelirden 2004'te yüzde 19, 2005'te ise yüzde 21,2 pay aldığı, buna karşın alttaki yüzde 50'lik kesimin milli gelirden aldığı pay 2004'te yüzde 13,4 iken, 2005'te yüzde 12,8'e düştüğü kaydedildi.

Çin raporuna göre ABD’de işçilerin sendikalaşma hakkı kısıtlanıyor

Raporda ABD Tarım Bakanlığının geçen 14 Kasımda yayınladığı raporda, 12 milyon 630 bini çocuk olmak üzere 2006'da 35 milyon 500 bin kişinin açlık çektiğinin ve bu rakamın 2005'e göre 390 bin kişi arttığının yer aldığına dikkat çekildi.

''ABD’de 11 milyon kişinin çok düşük gıda güvenliği içinde ve 47 milyon kişinin de sağlık güvencesi olmadan yaşadığı'' belirtilen raporda, ırk ayrımının ''köklü bir sosyal hastalık'' olmaya devam ettiği ve ''zencilerle diğer etnik gruplardan insanların Amerikan toplumunun en alt katmanında bulundukları ve iş yaşamında ayrımcılığa maruz kaldıkları'' ifade edildi.

Kadınlara cinsel ayrımcılık

Raporda, nüfusun yüzde 51'ini oluşturan kadınların da siyasi yaşamda ve iş yaşamında cinsel ayrımcılıktan pay aldıkları vurgulandı.

Raporun sonunda, ABD'nin diğer ülkelerde de insan haklarını ihlal ettiği ifade edilerek, Irak işgalinin dünyanın en büyük ''insanlık trajedisine'' neden olduğu görüşüne yer verildi ve 2003'te başlayan saldırının yüzde 99'u sivil 669 bin Iraklının ölümüne yol açtığı belirtildi. Los Angeles Times gazetesinin haberinde Irak'ta ölenlerin sayısının 1 milyonu bulabileceğinin yazıldığı hatırlatılan raporda, ABD askerlerinin Afganistan'da sivillerin ölümüne neden olduğuna ilişkin olarak Amerikan basınında çıkan haberlerden alıntılar yapıldı.